ÒÓÐÅÖÊÈÉ ßÇÛÊ
103. GERÇEK HİKÂYE
Boston’dan gelen eski elbiseli, yaşlı bir çift utanarak rektörün ofisine girerler.
Sekreter hemen durdurdu çifti.
Tabiki öyle eski elbiseli, yaşlı insanların ne işi vardı Harward Üniversitesinde?
Adam utanarak, «Rektörle görüşmek istiyoruz» dedi.
«Rektörün hiç vakti yok» dedi sekreter.
Kadın alçak sesle, “Bekleriz” dedi.
Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi.
Sonunda sekreter dayanamadı ve rektöre, “Birkaç dakika görüşseniz onların, sizinle görüşmeden gitmeye niyeti yok” dedi.
Genç rektör, “Òamam” dedi.
Ama o hiç sevmiyordu eski elbiseli cahil köylüleri.
Kapıyı açtı ve içeri davet etti.
Kadın hemen söze başladı.
Harward’da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi.
Oğulları bu okulda çok mutlu olmuştu ve onun için bu okulun bahçesine bir anıt dikmek istiyorlardı.
Rektör çok sinirlendi ve, «Biz Harward’da okuyan ve sonra ölen herkese bir anıt dikseydik burası mezarlık olurdu» dedi.
Yaşlı kadın hemen, «Yok, yok, anıt değil bir bina da olabilir» dedi.
Rektör kadına bakarak, «Bina mı? Siz bir binanın kaç paraya yapıldığını biliyor musunuz? Bizim son yaptığımız bölüme 8 milyon dolar harcadık» dedi.
Rektör böylece tartışmayı bitirdiğini düşündü.
Yaşlı kadın kocasına döndü ve, “Üniversite kurmak için gerekli para bu kadar mıymış? O halde biz neden kendi üniversitemizi kurmuyoruz” dedi.
Yaşlı adam başıyle onayladı.
Bay ve Bayan Leland Stanford dışarı çıktı.
Rektörün kafası karışmış ve yüzü kızarmıştı.
Doğu Kaliforniya’ya Palo Alto’ya geldiler ve oğullarının adını sonsuza kadar yaşatacak üniversiteyi kurdular.
Bu üniversite Amerikanın en önemli üniversiterinden biri olan STANFORD’du.
ÐÅÀËÜÍÀß ÈÑÒÎÐÈß
Èç Áîñòîíà ïðèåõàëà ïîæèëàÿ ïàðà â ñòàðîé îäåæäå, ñòåñíÿÿñü, îíè âîøëè â îôèñ ðåêòîðà.
Ñåêðåòàðü ñðàçó îñòàíîâèë ïàðó.
Êîíå÷íî, êàêîå äåëî åñòü ó òàêèõ ñòàðûõ ëþäåé â ñòàðîé îäåæäå â Ãàðâàðäñêîì óíèâåðñèòåòå?
Ìóæ÷èíà, ñòåñíÿÿñü, ñêàçàë: «Ìû õîòèì âñòðåòèòüñÿ ñ ðåêòîðîì.»
«Ó ðåêòîðà ñîâñåì íåò âðåìåíè», – ñêàçàë ñåêðåòàðü.
Æåíùèíà ñêàçàëà òèõèì ãîëîñîì: «Ìû ïîäîæä¸ì.»
Ïðîøëî ìíîãî âðåìåíè, ïîæèëàÿ ïàðà íå ñäàâàëàñü (pes – íèçêèé, òèõèé, pes etmek – ñäàâàòüñÿ, óñòóïàòü).
Íàêîíåö ñåêðåòàðü íå âûäåðæàë è ñêàçàë ðåêòîðó: «Âñòðåòüòåñü ñ íèìè íà íåñêîëüêî ìèíóò, áåç âñòðå÷è ñ âàìè îíè íå óéäóò».
Ìîëîäîé ðåêòîð ñêàçàë: «Õîðîøî».
Íî îí íèêîãäà íå ëþáèë íåâåæåñòâåííûõ êðåñòüÿí â ñòàðîé îäåæäå.
Îòêðûë äâåðü è ïðèãëàñèë âî âíóòðü.
Æåíùèíà ñðàçó íà÷àëà ãîâîðèòü.
Ãîä íàçàä îíè ïîòåðÿëè â àâàðèè ñâîåãî ñûíà, êîòîðûé ó÷èëñÿ â Ãàðâàðäå.
Èõ ñûíó î÷åíü íðàâèëîñü ó÷èòüñÿ â ýòîì óíèâåðñèòåòå, ïîýòîìó îíè õîòÿò â ñàäó óíèâåðñèòåòà ïîñòàâèòü ïàìÿòíèê.
Ðåêòîð î÷åíü çàíåðâíè÷àë è ñêàçàë: «Åñëè áû ìû ñòàâèëè ïàìÿòíèêè âñåì, êòî ó÷èëñÿ â Ãàðâàðäå, à ïîòîì óìåð, çäåñü áûëî áû êëàäáèùå».
Ñòàðàÿ æåíùèíà ñðàçó ñêàçàëà: «Íåò, íåò, íå ïàìÿòíèê, ìîæíî çäàíèå...»
Ðåêòîð ïîñìîòðåë íà æåíùèíó: «Çäàíèå? Âû çíàåòå ñêîëüêî ñòîèò ïîñòðîèòü îäíî çäàíèå? Íà íàøó ïîñëåäíþþ ïîñòðîéêó ìû ïîòðàòèëè 8 ìèëëèîíîâ äîëëàðîâ.»
Òàêèì îáðàçîì ðåêòîð äóìàë çàêîí÷èòü äèñêóññèþ.
Ñòàðàÿ æåíùèíà ïîâåðíóëàñü ê ìóæó è ñêàçàëà: « Âñåãî íàâñåãî ñòîëüêî äåíåã íàäî, ÷òîáû ïîñòðîèòü óíèâåðñèòåò? Òîãäà ïî÷åìó áû íàì íå ïîñòðîèòü ñâîé óíèâåðñèòåò?»
Ñòàðûé ìóæ÷èíà êèâíóë ãîëîâîé.
Ãîñïîäèí è ãîñïîæà Ëåëàíä Ñòåíôîðä âûøëè íà óëèöó.
Ó ðåêòîðà çàêðóæèëàñü ãîëîâà è ïîêðàñíåëî ëèöî.
Îíè ïðèåõàëè â Ïàëî Àëüòî íà âîñòîêå Êàëèôîðíèè, è, ÷òîáû âå÷íî áûëî æèâî èìÿ èõ ñûíà, ïîñòðîèëè óíèâåðñèòåò (son – êîíåö, sonsuz – áåñêîíå÷íûé).
Ýòîò óíèâåðñèòåò – îäèí èç âàæíåéøèõ óíèâåðñèòåòîâ Àìåðèêè – Ñòåíôîðä.